Saturday, October 25, 2014

Euroleague, Fenerbahçe Ülker ve bir Polonya macerası

Heyecanlıydım, hayatımda ilk defa Polonya'ya gidecektim.. Ancak heyecanımın asıl sebebi PGE Turow - Fenerbahçe Ülker 2014-2015 Euroleague 2. hafta maçına gidiyor olmamdı. Günler süren bilet arayışlarım ve Polonya'nın 'Biletix'i olan www.abilet.com'la cebelleşmelerim sonuç vermişti ve maça 'SuperVIP' bölümünden -Almanya ölçülerine göre komik bir fiyata- bilet almıştım. Siteye göre SuperVIP sahanın uzun kenarında en önde olan bölümdü. Yine de salona girene kadar yerimin nasıl olduğu hakkında kesin bir fikrim olamayacaktı. ¨İnşallah bench'in arkasına biryere gelirim de oyuncuları yakından görebilirim¨ diyordum kendi kendime.

PGE Turow, Almanya sınırındaki Zgorzelec kentinin takımı. Ancak kendi salonları Euroleague standartlarında olmadığı için (ki dönüş yolunda bizzat kontrol ettim), Euroleague maçlarını Zgorzelec'e yaklaşık 100 km mesafedeki Lubin adlı küçük şehirdeki arenada oynamaya karar vermişler. Şimdilik ilk 2 maçları için bu anonsu yapmışlar, ancak bana sorarsanız daha sonraki maçlarını da Zgorzelec'de oynama şansları yok.

Zgorzelec'de Turow kulübünün merkezi; Şehrin spor salonu da burada.


Zgorzelec spor salonu. Bizim ortaokul salonumuzdan hallice..

Maç akşam 21:00'da başlayacaktı ve benim önümde yaklaşık 5 saatlik bir araba yolculuğu vardı. Yola çıkmadan, ¨gece dönmek zor olur¨ düşüncesiyle kendime Lubin'de bir de otel odası ayarladım (Çok zor bir seçim olmadı, zira booking.com'da bulabildiğim otellerin sadece bir tanesi ¨adam gibi¨ydi). Gece Hotel Astone Conference & Spa'da geçecekti.

14:30 sularında yola çıktım, ve çıkar çıkmaz da günün tek kötü sürprizi ile karşılaştım. Otobanda trafik tıkanmıştı ve bu bana yaklaşık 1 saate maloldu. Durma-kalkmaları da ekleyince Lubin'e ancak 20:40 gibi varabildim. Panik halinde salonun otoparkına ilerlediğimde girişteki görevlinin Lehçe bana birşeyler anlatmaya çalışmasından anladığım üzere, otoparkta yer kalmamıştı. Polonyalıların Alman plakalı arabalarla olan ilişkilerini anlatan hikayeleri bir anlığına unutup yakınlardaki bir sokağa park etmek haricinde bir seçeneğim kalmamıştı.

Lubin'deki arena küçük ancak oldukça modern görünümlü..


Koşa koşa salona girdiğimde Fenerbahçe'nin anons edilmekte olduğunu gördüm.. ve aynı zamanda yerimin ne kadar mükemmel olduğunu! Öyle ki, maçtan sonra Andrew Goudelock'un MVP olduğunu açıklayan Euroleague videosunun sonunda görülen şu taraftarlar son anons edilen Emir Preldzic'le sarmaş-dolaş ¨high-five¨ vaziyetlerindeydiler ve benim koltuğum da onların hemen yanındaydı:

Videoya girememişim ne yazık ki, ama omuzum görünüyor!
Önümdeki manzara aynen şuydu:



Sahaya 2 adım mesafede, tam karşımda Fenerbahçe Ülker Bench'i olacak şekilde Euroleague keyfine hazırdım artık. Bu sezon henüz pek şans bulamayan, izlemeyi çok istediğim Kenan Sipahi de ilk 5'te idi. Daha iyisini düşünemezdim herhalde.

Maç Fenerbahçe Ülker adına mükemmel başladı. İlk 5 dakikada yemeden attığımız 13 sayı, zaten az sayıda olan ateşli Turow taraftarını susturdu, çok daha az olan (sanıyorum 3 farklı bölgede, toplam 15 kişi kadardık) Fenerbahçe taraftarını ise coşturdu. Goudelock ilk dakikalarda skoru sürüklerken, çeyrek sonuna doğru Emir'in devreye girmesiyle 15-30'luk ilk çeyrek skoru oluştu. İkinci çeyrekte fark bir ara 18'e çıktı (20-38) ve sanırım o noktaya kadar Fenerbahçe Ülker sadece 3 hücumdan boş dönmüştü. Sonra hücumda acemi hatalar ve Turow'un geri dönüşü başladı. Özellikle Bogdan Bogdanović'in iyi bir gününde olmadığı belliydi, ve hücumda aksamamız Turow'un da ritmini bulmasını sağlamıştı. Fark bir ara 7 sayıya kadar inse de (36-43), devre sonunda Nemanja Bjelica ve Ricky Hickman'ın gayretleri farkı çift hanelerde tutmayı başardı (40-50).

İkinci yarı için söylenecek çok fazla söz yok aslında. İki takım da sanki potansiyellerine henüz ulaşamamış görüntüsü verdiler ve yakaladıkları farkı açma (Fenerbahçe Ülker) ve kapama (Turow) fırsatlarını teptiler. Maç son çeyreğin ortalarına kadar ¨Fenerbahçe kaçar - Turow yakalar¨ şeklinde devam etti. Yine de bu dönemde Emir'in fark 7'ye (51-58) ve 6'ya (60-66) inmişken attığı 2 kritik üçlüğü es geçmeyelim.

Son beş dakikaya girerken Kenan'ın maçtaki tek basketi ile skor 66-78'e geldi. Artık Turow taraftarlarının umudu kalmamıştı, biz ise maçı çoktan kazandığımızı düşünüyorduk.

Sonraki iki dakika ise kabus gibiydi: 2 top kaybı, rakibin 2 bloğu, alınan 2 mola ve Turow adına maçın en iyileri olan Damian Kulig ile Mardy Collins'in sürüklediği 7-0'lık bir seri.. Bitime iki dakikadan biraz daha fazla bir süre kala skor 73-78'e gelmişti.

Ancak Goudelock maçı vermemeye kararlıydı ve o dakikadan sonra tam anlamıyla sazı eline aldı: 2014 Eurocup MVP'si maçın son iki dakikasına 1 smaç, 2 turnike, 3/3 serbest atış, 1 asist ve 1 top çalma sığdırmayı başardı ve adeta tek başına maçın skorunu belirledi: 76-91

Güzel başlayan maç güzel bitti. Takımla karşılıklı alkışlama seansından sonra soyunma odasının yolunu tuttular. İlk defa üst düzey bir basketbol maçını bu kadar yakından takip etme şansını bulduğumdan 'maç öncesi ve sırasında oyuncularla sürekli göz-göze gelmeler, gülümsemeler', 'kritik anlarda kenardan -adeta bir koç havasıyla- oyunculara motivasyon yüklemeler' gibi güzel anılarla salondan ayrılıyordum. Benim için gecenin en heyecanlı kısmının henüz başlamadığını ise o an bilmem mümkün değildi...

Fenerbahçe Ülker açısından Melih Mahmutoğlu'nun kadroda olmaması (yerine kadroda olan İzzet Türkyılmaz maçta süre alamadı), Luka Žorić'in oyuna hiç girmemesi gecenin ilginç notları arasındaydı. Takımın henüz birbirine alışma devresinde olduğu çok açık (Turow maçının kadrosundaki 12 oyuncudan 6'sı sezon başında takıma katıldı). Goudelock katıksız bir skorer ve şüphesiz -sakatlık gibi ters bir durumun olmaması halinde- sezon boyunca takımın 1 numaralı skor opsiyonu olacak. Top elindeyken onu izlerseniz basketbolun çok kolay bir oyun olduğunu düşünebilirsiniz. Yine de takımın esas yükünü Emir ve Bjelica all-around oyunlarıyla çekiyorlar bence. Bogdanović ve özellikle de Hickman sezona istedikleri gibi başlayamadılar. Jan Veselý ise kısa süren NBA kariyerinin etkisinden henüz kurtulabilmiş değil gibi. Çok atletik ve pis işleri yapmayı seven bir oyuncu olduğu çok açık, ancak takım sezon sonunda başarılı olacaksa hücum anlamında da takıma katkı yapacak duruma gelmeli. Şu an için güvenilir bir şutu ve bir ¨imza hareketi¨ bulunmuyor, serbest atışları ise Shaquille O'neal seviyesinde (!). Oğuz Savaş, Semih Erden ve Žorić üçlüsünün Avrupa'nın en iyi 5 numara kadrosu olmadığı açık ancak diğer bölgelerdeki eksiklikler tamamlandığı takdirde birbirlerini tamamlayan özellikleri sayesinde bu 3 oyuncunun 5 numarayı sezon boyunca götürebileceğini düşünüyorum. Geçen sezon ağır bir sakatlık geçiren ve bu sezon başı kampının önemli bölümünü de kaçıran Kenan'ın zamanla daha iyi hale geleceğini umuyorum. Koç Željko Obradović'in ona olan inancının devam ettiğini görmek güzel. Henüz 19 yaşındaki bir oyuncunun sakatlıktan çıktıktan kısa bir süre sonra mental anlamda üst seviye mücadelesine hazır hale gelmesi çok kolay değil. Can Altıntığ Karşıyaka'da geçirdiği başarılı sezonun ardından Fenerbahçe Ülker'e transfer oldu ve şu an için kadronun sabit oyuncularından biri gibi görünüyor. Yetenekleri çok üst düzey değil ancak Türk oyuncuların genelinde bulunan özgüven eksikliği ve kritik anları oynayamama gibi olumsuz özellikler Can'da yok. Sezon boyunca görev aldığında işini yapacak, sağlam bir takım oyuncusu profili çiziyor.

Sezon başında normal karşılanabilecek bazı aksaklıklar da var: Çok top kaybı yapıyoruz ve henüz takımdaki roller tam oturmadığından, bunun gibi hücumda momentumun kaybedildiği anlarda savunma konsantrasyonumuz da dağılıyor ve rakibe -kim olursa olsun- seriler veriyoruz. Obradović'in savunmayı 'switch'lerle oynamayı tercih ettiği çok açık, ancak yine birbirini çok iyi tanımayan oyuncular dolayısıyla bu 'switch' mekanizmalarının henüz tam oturmadığını söylemek yanlış olmaz. Turow maçında ayrıca gördüğüm bir durum da şuydu: Bir kaç pozisyonda tam saha baskı kurmayı denedik ancak oyuncuların doğru yerleşememesi ve yerlerini bulamaması sonucunda rakip baskıyı çok rahat geçti ve hatta bir pozisyonu çok kolay bir smaçla tamamladılar. Bu anlarda Obradović'in yüz hatları ve rengi durumdan ne derece hoşnutsuz olduğunu net bir şekilde anlatıyordu. Ancak tüm bunlar sezon ilerledikçe normalde düzelmesi beklenen durumlar.

Kafamda dolaşan bu tilkilerle birlikte arabamın olduğu sokağa doğru yürüdüm ve arabamın sapasağlam beni beklediğini gördüğümde bir 'oh' çektim. Her güzel şey gibi bu gece de sona ermişti (mi acaba??) ve otele doğru yola çıktım.

Lubin'in tek ¨adam gibi¨ oteline vardığımda bir yandan da ¨acaba takımın şimdiki programı nedir?¨ diye düşünüyordum. Öyle ya, saat gece yarısına yaklaşmaktaydı ve yorucu bir maçın ardından takımın hemen dönüş yoluna konması beklenemezdi. Check-in yaptıktan ve odama çıktıktan sonra aklımda bir 'acaba?' sorusu belirdi. Yine de internete bağlandıktan ve hızlı bir facebook sörfünden sonra yatma hazırlıklarına giriştim, ben de çok yorulmuştum..

Çok geçmeden dışarıdan gelen konuşma sesleri ile ayağa kalktım. Otele bir grup insanın geldiği belli oluyordu. Allah'ın bu küçük Polonya kasabasında gece yarısı bir otele bir grup insanın gelmesi çok normal bir durum olmadığından hemen dışarı çıktım ve bulunduğum kattan aşağıdaki resepsiyona baktım. Görünürde kimse yoktu ancak resepsiyonun yanına bir dizi Fenerbahçe armalı lacivert çanta dizilmişti! Konuşma sesleri ise resepsiyonun hemen yanındaki restorandan geliyordu. Koşar adımlarla odaya dönmek için hareketlendim -hemen üstümü değiştirip aşağıya inecektim. Bu sırada odasından çıkmış olup aşağıya inmekte olan yardımcı antrenör Erdem Can ile karşılaştım. Kısa bir göz-göze gelme durumundan sonra kendisini tebrik ettim, Almanya'dan bu maç için geldiğimi söyledim. Şaşırdı ve desteğim için teşekkür etti. Takımın şu anki durumu, Turow maçı performansı ve genel ufak aksaklıklar konusunda ayak üstü sohbet ettik. Onun da şikayet ettiği konu top kayıplarının çokluğu idi, savunmadaki konsantrasyon kayıplarını da buna bağlıyordu.

Bu kısa sohbetten sonra hemen odaya koştum ve üstümü değiştirip aşağıya indim. Takım ve tüm teknik ekip restoranda toplanmışlardı. Esas amacı yemek olan bir maç sonu toplantısı yapıyorlardı. Bana en yakın masada geçen senenin kaptanı, bu senenin menajeri Ömer Onan oturuyordu. Tebriklerimi ilettikten sonra oyuncularla birkaç fotoğraf çektirmek için izin istedim. Şu anda toplatıda olduklarını ancak toplantı bittikten sonra oyuncuların odalarına çıkacağını, bu esnada lobide oyuncularla görüşebileceğimi söyledi.

Lobide beklemeye başladım ve çok geçmeden önce Veselý dışarı çıktı. Çek Cumhuriyeti'nden arkadaşları onu ziyarete gelmişti ve lobide onlarla sohbete başladı. Hemen yanaştım ve bir fotoğraf istedim. Daha sonra tüm oyuncularda göreceğim üzere, son derece sıcakkanlı bir yaklaşımla ¨of course¨ dedi ve fotoğraf için telefonumu arkadaşlarından birine verdi. ¨Fenerbahçe'ye hoşgeldin¨, ¨sezon için iyi şanslar gibi dileklerden sonra onu arkadaşlarıyla başbaşa bıraktım.

Çok geçmeden Bogdanović, Hickman ve Goudelock odalarına doğru hareketlendiler. Onları da yukarı çıkan asansörün önünde yakaladım ve bir 'özçekim' aldım.

Burada boy ortalamasını düşüren ben değilim..
Artık oyuncular birer birer odalarına çıkmaya başlamıştı. Žorić, Emir ve Bjelica ile de kısa birer tebrik ve başarılar sohbeti ve 'özçekim'lerden sonra ilk facebook paylaşımlarımı da yapmıştım.

Avustralya maçındaki son 2 üçlüğün için ayrıca eline sağlık.
Bu sırada Fenerbahçe TV muhabirlerinden Barış Yalçınsoy yanıma geldi ve sohbete başladık. Yaklaşık bir saat boyunca tanışma faslı ve Fenerbahçe ağırlıklı olmak üzere hayatın çeşitli alanlarına dair güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbet arasında yukarı çıkanlarla birer birer fotoğraf alıyordum.  İşte 'efsane' de bu sırada geceyi sonlandırdı ve odasına çıktı. Obradović'in 'selfie' teklifini reddetmesi ve ısrarla fotoğrafı bir başkasının çekmesi gerektiğini belirtmesinin anlamını fotoğraflara bakınca anladım. Gerçekten de birçok 'selfie'yi net çekememişim, ancak başkalarının çektiği fotoğraflar çok net çıkmış. Eeee.. İnsan boşu boşuna Obradović olmuyor..

Tek kelimeyle; Efsane

Genç yetenek Kenan ve tecrübeli pivot Oğuz.
Eski oyuncu, şu anki idari menajer Cenk Renda'ya ayrı bir paragraf açmam lazım. Barış'la sohbete dalmışken restorandan çıktığını ve odasına yönelmekte olduğunu ilk anda farkedemedim. ¨aaa Cenk abi değil mi bu?¨ dediğimde asansörün kapısı kapanmak üzereydi. Koştum ve ¨bir fotoğraf!¨ diye bağırdım. Ancak kapı kapanmıştı ve sadece uzaktan selamlaşma durumunda kaldık. Dönüp Barış'la sohbete devam etmeye oturduktan kısa bir süre sonra asansörün indiğini ve Renda'nın ¨Fotoğraf çektirmeye geldim¨ diyerek dışarı çıktığını gördüm. Kendisine çok teşekkür ederek gecenin en güzel fotoğraflarından birini daha aldım.

O da eski efsanelerden..
Takım saat 06:45'te (yaklaşık 5 saat içinde) dönüş yoluna başlayacaktı. Barış'la sohbeti sonlandırdık ve ben gecenin son fotoğrafını hala restoranda oturan ve kim olduğunu bilmediğim arkadaşlarıyla koyu bir sohbette olan menajer Onan'dan aldım.

Eski 'büyük kaptan', yeni menajer.


Gece artık benim için de bitmişti. Beklediğimden çok daha fazlasını bulduğum bir seyahat sonrasında dönüş yolu öncesi dinlenmek üzere odama çıktım ve uykuya daldım. Sabah ayrılmadan da otelin önünde son bir 'selfie' almayı ihmal etmedim. Gezideki diğer resimlerimi ve videolarımı facebook profilimde bulabilirsiniz.

Oteli unutmayayım diye...
Dönüş yolunda -yukarıda da belirttiğim üzere- Zgorzelec'e uğrayarak şehiri biraz dolaştım ve hemen bitişiğindeki Alman şehri Görlitz ile aralarındaki gelişmişlik farkından dolayı hayretler içinde kaldım. Böyle bir yazıyı bu şekilde bitirmek uygun mudur bilemem, ama söylemeden geçemeyeceğim: İşte bunlar hep ekonomi...

Bir dahaki yazıda buluşmak üzere..
-Barış K.

1 comment:

Unknown said...

Otel dedigin boyle olur di mi ama? Yatar yatmaz uyutacak kadar rahat olmamali. Ayrica surprizlerle de dolu olmali Astone Conference&SPA. SPA = Surprising Player Appearances demekmis megersim de haberimiz yokmus! Bundan sonra hep SPA'li otelleri tercih etmek lazim! :) Barisim super bir seyahat olmus senin icin. Bundan iyisi Sam'da kayisi. Cenk Renda yaslanmis gozlukleri cekmis, ayrica Omer Onan ile neredeyse ayni boyda olman da gozumden kacmadi. Ah Ah, simdi basketbolcu olmak vardi anasini satayim, pufur pufur bir Polonya deplasmaninda, su anda basketbolcu olmak vardi anasini satayim, .... diye gider sarki ama yas oldu 36 tabi, artik basketbolculuk bi durum kalmadi. :) Bloglarin devamini bekliyorum. Ayrica diger Orloftan uyelerinin de ozellikle basketbol deneyimleriyle dolu yazilarini alalim elbette!